29 Ağustos 2015 Cumartesi

HAYAT MI HIZLI YOKSA BİZ Mİ YAVAŞIZ?






İnsanoğlu dünyaya geldiğinden itibaren adeta zaman ile yarışmaya başlar. Bebeklik evresi, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, master, doktora vs. derken sürekli bir eğitim ve öğrenim süreci içerisinde yenilenir ve bilgilenir. Amaç nedir peki? Elbette öğrenilen tüm bilgilerin iş dünyasında ve hayatımızda işimize yaraması ve yaşamımızı kolaylaştırmasıdır. Kısıtlı bir yaşam sürüyoruz ve bu kısıtlı zamanı en iyi şekilde nasıl kullanabiliriz? Hayatın koşuşturması ve temposu içerisinde bazen etrafımızda olan güzelliklerin farkına varamıyoruz. 

Her gün kaldırımda önünden koşturarak geçtiğimiz çiçekçinin sattığı çiçeklerin kokusunu bile alamıyoruz. Burnumuzun koku almamasından değil bu kafamızda bambaşka şeyler olduğundan dolayı olmaktadır. Bazen kendimizi son hızla giden bir trenin camından bakar gibi hissettiriyor  hayat. Pencereden baktığınızda çok güzel resimler görüyorsunuz fakat ayrıntılara hakim değilsiniz. Oysa biraz daha yavaş hızla geçen bir trenin camından baktığınızı bir düşünün? Tarlalardaki çiçeklerin renklerini, ağaçları ve uzakta yayılmış olan sürülerin kalabalığına kadar tüm detaylara vakıf olduğunuzu göreceksiniz. 

Akıp giden zamanla birlikte bu kısıtlı ömrümüzü hızlı ve yorgun olarak tamamlıyoruz. Oysa her şey aslında olacağına varıyor. Acele etmek bazen sadece bizi yormaktan başka bir işe yaramıyor. Her şeyi sindirerek ve sakince yapmak bize daha dingin ve sakin bir yaşam  sağlayacaktır. Şöyle düşünün? Acele yetiştirmeniz gereken bir iş var ve siz gereksiz yere strese girerek işi yapmaya başladınız ve işin epeyce bir bölümünü bitirmeye başladıktan sonra bir hata yaptınız. Şimdi ne olacak peki? Tabi ki hatasız bir iş yapmak zorunda olduğunuz için işinizi tekrar baştan yapmak zorunda kalacaksınız. 

Oysa sakin ve dingin bir bilinç ile yapsaydınız iş belki çok hızlı değil ama normal zamanda sıfır hata ile bitmiş olacaktı. Dolayısı ile bazen hepimiz kendimize gereksiz yere stres yükleyip geriliyoruz. Ruh halimiz hep  karamsar ve gergin oluyor. Bu ise hiç istemediğimiz bir durum. O halde bazen bu çok hızlı olan tempomuzu normal bir akışa bırakmak ve kendimizi dinlemek en iyi çözüm gibi görünüyor. Aslında burada hızlı yada yavaş bir hayat sürmekten ziyade ömür dediğimiz bu kısıtlı zamanı ne kadar kaliteli kullandığımız önemlidir. Kaliteden kastım insani erdemlere yakışan yüksek bir bilinç düzeyi ile yaşamak ve insanlığa faydalı işler yapabilmektir. Bu sizin hayata bakış açınız ile inandığınız temel değerler ile ilgili bir durumdur. 

Bazen insan düşünür? Dünyaya neden geldik ve neden ölüyoruz? Bu sorgulamaları içten içe yaparken bazen şu sorular aklımızın bir köşesini tırmalamaya başlayabilir; ben bir hayvan yada bitki de olabilirdim o halde insan olarak dünyaya gelmemde bir hikmet olmalı?  Benim bir misyonum olmalı ve o misyonu gerçekleştirebilmeliyim. Herkes elbette istediği şekilde inanmakta hürdür ancak ilkçağ filozoflarından bu yana insanoğlu evreni ve kendisini inceleyerek  ve sorgulayarak bir takım sorulara cevap aramış ve bu sorulara inanç, felsefe ve fizik düzleminde yanıt arayarak varoluş nedenini temellendirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda günümüzde teknoloji baş döndürücü bir hız ile ilerliyor. 

Tıp her geçen gün gelişerek umarsız hastalıklara çareler bulmaya çalışıyor. Dolayısı ile bazen sonsuz bir burgaçta kaybolurcasına boğuluyor insan ve kendisine bir çıkış kapısı arıyor. Hiçbir şeyin anlamı olmadığını düşünmeye başlıyor. Bu düşüncelerden sonra çeşitli arayışlara girerek içerisindeki manevi boşluğu ve açlığı gidermeye başlıyor. Bu şekilde inanç dünyanız da şekillenmeye başlıyor. İnandığınız değerler doğrultusunda hayatınızı idame ettirmeye çalışıyorsunuz. Her şey zamanı nasıl kullandığımız ve dünyaya neden geldiğimizi düşünmek ve bu bilinç düzeyi ile yaşamak ile bağıntılı. 

Yaşam ve ölüm arasındaki kısa sürede ne kadar bilinçlenir ve insanlığa her anlamda faydalı olabilirsek  misyonumuzu tamamlamış olacağız.

Mesut YÜKSEL

2 Ağustos 2015 Pazar

İŞE ALIMDA EVRENSEL KRİTERLERE UYUM



Dünya küreselleşirken teknolojik değişimlerin etkisi ile kendilerini rekabete adapte etmek isteyen uluslararası şirketlerin de  günden güne kurumsal yapıları değişime uğruyor. Bu değişime ayak uydurabilen ve kendilerini modernize edebilen şirketlerin dünya ölçeğinde rakebet gücünün arttığını ve gecelekte de var olabilme isteklerini sağlam temellere dayandırdıklarını gözlemliyoruz. Bir şirketin gelecekte de var olabilmesi için sağlam teknoloji ve eğitim yatırımları yapılmasının yanı sıra olmazsa olmaz bir özellik daha vardır. Sizce o özellik nedir? Ben söyleyim; Vizyoner insanları şirket bünyesine katmaktır. 

Vizyoner insan tanımından anladığımız; yeteneğini ve yaratıcılığını kullanarak, şirketi geleceğe taşıyabilecek yeni fikirler ve projeler üretmektir. Böyle insanlar şirketinizde bulunmuyorsa şirket mehter takımı modunda yerinde sayıyor demektir. Peki vizyoner (fütürist) insanları nasıl şirketimize katabiliriz? Bunun elbette izah edilebilir  yolları vardır. Öncelikle kurumunuzdaki İK standartlarını evrensel normlara çekerek etiket ve referans ağırlıklı işe alımlar yerine yetenek ve yaratıcılık ağırlıklı işe alımlar gerçekleştirilmelidir. 

Bu sayede kurumunuzu yeni ve yaratıcı fikirleri ile geleceğe taşıyabilecek ve size katma değer sağlayabilecek insanları adil ve objektif kriterler esas alınarak işe almış olacaksınız. Bu zaten evrensel İK anlayışıdır. Kurumunuzda halen eski usül işe alımlar yapılıyor ise lider ve vizyoner insanları belki de etiket bir diplomaları olmadığı için haksız yere eliyorsunuzdur. Bu yönden meseleyi hiç düşündünüz mü? İK da mantık genelde açık bir pozisyona en liyakatli elemanı almaktan ziyade en gösterişli CV si olanı alıp işin içinden sıyrılmak ve nasıl olsa en iyi CV yi işe aldım canım vicdanım rahat şeklinde bir yaklaşım olmaktadır.

Peki siz olsaydınız elenen adaylar arasında ve sizin CV niz yeterince gösterişli olmadığı halde yeteneğiniz ve yaratıcılığını kanıtlayan somut deliller de varken İK cının sizi elemesi hakkında ne düşünürdünüz? İşte burada Empati yeteneğinin önemi ortaya çıkıyor ki genelde bu özelliği kullanabilen  İK cı sayısı oldukça az. Dolayısı ile yukarıda verdiğimiz örnekten de yola çıkarsak burada asıl olan etiket ve referans olmamalıdır. İşe alımlarda aslolan kriterler yetenek, yaratıcılık ve o işi yeterince isteyip istememek olmalıdır.

Ancak ve ancak bu şekilde yapılan bir işe alım neticesinde İK evrensel standartları uygulayarak aslında doğru olanı yapmış olacaktır. Vizyoner bir Uzman Standart ve yerinde sayan bir Müdürden çok daha fazla şirketinize katma değer sağlayacaktır. Yakın gelecekte şirketinizi geleceğe taşıyabilecek yaratıcı beyinlerden çıkacak yeni projeler ile evrensel ölçekteki firmalar kategorisinde yol alarak  rakiplerinizin önüne geçebilirsiniz. 

Şunu unutmayın! Diploma kültür, bilgi ve etiket getirebilir, yaratıcı fikirler ise diplomadan ( Etiket) bağımsız olarak kişilik ve zeka ile ilgilidir. Şirketinizin işe alım kısmında uygulamış olduğu İK politikalarının  bir değişime ihtiyacı yok mu sizce?  Artık sizler de dünya ölçeğinde var olabilmek ve şirketinizi geleceğe taşıyabilecek yaratıcı ve vizyoner insanlar ile yola çıkmak istiyorsanız yetenek, yaratıcılık ve kişiliğe şans verin! İyi bir karakter belki size etiket bir CV den çok daha fazlasını verecektir. Değişin, yenilenin ve ilerleyin!

Mesut YÜKSEL

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Colgate Coupons